08/12 Bahçe İçinde Bir Şehir: Singapur
Son yaptığım Singapur seyahatinden notlarla karşınızdayım. Biraz olsun uzaklaşmak, değişik yerler görmek, gündemden kopup gelecek için umut taşıyan projeler görmek o kadar iyi geldi ki…
Singapur’a ilk geçen sene gitmiştim. Hayran kalmıştım. Bu sene kızım ve ablamla yine gittim. Kendimi adeta ev sahibi gibi hissettim. Zaten küçücük bir şehir, hemen her yeri öğreniveriyorsunuz.
Singapur, hem bir şehir, hem de kendi içinde bir devlet. Modern Singapur’u 1819 yılında Sir Stamford Raffles kurmuş. O zaman da şimdi olduğu gibi Singapur çok önemli bir liman şehri. Doğu’dan Batı’ya ticaretin en önemli kapılarından biri. Uzun bir süre İngiliz yönetiminde kalmış. 2. Dünya Savaşı’nda Japonlar işgal etmiş bir süre. 1963 yılında İngiltere’den bağımsızlığını ilan etmiş ve Malezya’yla birleşmiş. Malezya Hükümeti ile ekonomik, politik bir çok konuda ters düşünce 1965’te tamamen bağımsız olmuş.
Hong Kong, Güney Kore, Tayvan’la birlikte Asya’nın 4 kaplanından biri. Çok zengin bir devlet. Dünyadaki en yoğun 3.liman. ABD, İngiltere ve Japonya’dan sonra 4. en büyük finans merkezi. Dünyada kişi başına milli geliri en yüksek olan 3. ülke.
5.5 milyon insan yaşıyor burada. Bunların 75%’i Çinli, geri kalan Malezyalı, Hintli ve Avrupalılardan oluşuyor. Hava sürekli 30 derece civarında. Deprem kuşağında değil, tsunami, hortum vs. buralardan geçmiyor. Anlayacağınız gayet mülayim bir yer.
Singapur’un 10%’u doğal rezervlere ayrılmış durumda. Ülkenin ilk başbakanı Lee Kuan Yew, Milli Parklar Komitesini kuruyor ve müthiş bir ağaçlandırma kampanyası başlatıyor. Devletin en önemli hedeflerinden biri de yeşili ve florayı arttırarak hayat kalitesini yükseltmek.
Şehir içinde bir bahçeden, bahçe içinde bir şehire
21. Yüzyılda şehirleşmeden, modernleşmeden ve teknolojiden kaçmak mümkün değil. O halde yeşili şehre ve teknolojiye entegre edelim diyorlar. Singapur’da gözünüzün gördüğü her yer yemyeşil. Aynı zamanda her yer gökdelenler ve beton binalarla dolu. Ancak o binaları yeşilin her tonu ile öyle bir giydirmişler ki hayran kalmamak elde değil. Tabii tropik iklimin rolü de çok büyük. Tohum atıyorsunuz, bir senede ağaç oluyor neredeyse. Müthiş bir şehircilik örneği görüyorsunuz.
Singapur’u bahçe içinde bir şehre dönüştüren en önemli projelerden biri de şu an Singapur’un en büyük atraksiyonu olan Gardens by the Bay projesi. Bu projeyi ilk olarak Başbakan Lee Hsien Loong Ağustos 2005’te Bağımsızlık Günü’nde açıklıyor. 100 hektar alanda, yani 1 milyon m2 alanda, ki bu 200 adet futbol sahasına eşdeğerdir, 5.5 miyar dolarlık bir proje.
Ocak 2006’da proje ihaleye açılıyor ve 24 ülkeden 170 firma 70 proje ile ihaleye katııyor. Eylül 2006’da kazananlar açıklanıyor. İki İngiliz firması. Ve aynı ay içinde Singapur Botanik Bahçelerinde proje halkın beğenisine sunularak sergileniyor. Sergiyi 10.000 kişi ziyaret ediyor ve 700 kişi görüş bildiriyor. Bunlardan 85%’i projeyi beğenmiş, 97%’si ise mutlaka ziyaret ederim demiş. Ve böylelikle Kasım 2007’de inşaat başlamış. İşte burada işler böyle yürüyor.
Gardens by the Bay projesinde herşey bir hayalle başlamış. Bu hayalin videosunu izlemek ister misiniz? Haydi tıklayın.
Gardens by the Bay, 2011 Ekim’de halka açıldı. Şimdi de bitmiş projenin videosunu seyretmek için buraya tıklayın.
Gardens by the Bay’de Marina Bay Sands adında dev bir otel var. 3 tane 57 katlı binadan oluşuyor. Bu binalar en üst katta büyük bir platform ile birleşiyorlar. Bu platform gerçek tropikal bir bahçe. Üzerindeyken kendinizi hiç de kötü hissetmiyorsunuz. Aynen bir bahçede gibi huzurlu ve mutlu oluyorsunuz. Bahçenin içinde Singapur’un manzarasına karşı bir de sonsuzluk havuzu var. Bu havuz sanırım dünyadaki en uzun havuzlardan biri. Gökdelenlerin içinde yüzüyor gibisiniz. Platformda otel misafiri olmayanlar için bir gezi alanı var. Bu gezi alanı otelin binasından dışarı doğru 60m. uzunluğunda bir çıkıntı yapıyor. Aşağıdan bir sörf tahtası gibi gözüküyor. Müthiş bir mühendislik harikası. Platformda aynı anda 3.600 kişi bulunabiliyor. Çıkıntıda ise sadece 900 kişi. Bir parti vermeye kalkarsanız şarkıları da seçmek zorundasınız. Çünkü her frekans bir titreşim yaratıyor ve her şarkı bu platfom için uygun değil.
Otel 2.700 odalı ama tıkır tıkır işliyor. Neredeyse bir butik otel servisi alıyorsunuz. Odalar çok şık. Hepsinin manzarası harika. Asansörler inanılmaz hızlı. Bir anda kendinizi 57.katta buluveriyorsunuz. Hem de hiç kötü hissetmeden, kulaklarınız bile çınlamadan.
Bizim oda en sevdiğim manzaraya bakıyordu. Gardens by the Bay. Burada 25-50 m. yüksekliğinde insan yapımı ağaçlar var. Bu ağaçların üstlerindeki fotovoltaik hücreler güneş ışınlarını emiyor ve depoluyor. Gece de ışıklandırıyorlar. İnanılmaz bir manzara. Avatar, Singapur’a gelmiş diyesim geliyor. Bu ağaçlara supertree diyorlar. Süper ağaç. Gardens by the Bay’de iki adet dev sera da bulunuyor. Bir tanesi içinde 80 ülkenin bitki çeşitlerinin bulunduğu çiçek serası, diğeri ise yağmur ormanı var. İkisi de uygun şekilde iklimlendirilmiş. Yağmur ormanı 2000 m üzerinde bulunan vejetasyonu ve oradaki iklimi imite etmiş. İçinde 35 m. uzunluğunda dikey bir bahçe var. Bu bahçenin en üst noktasından bir şelale akıyor. Dünyanın en yüksek iç mekan şelalesi. Asansörle yukarı kadar çıkıp bahçelere, bitkilere ve kristallere baka baka köprülerden aşağı iniyorsunuz. İnerken içinizi bir huşu kaplıyor. Onca çeşit egzotik bitkiyi birarada görmek insanı çok mutlu ediyor.
Kafanızı kaldırıyorsunuz ve seranın mimarisini görüyorsunuz. Çok şık cam bir kabuk. Teknoloji ve doğa bu kadar güzel mi birleştirilir?
Bütün bu proje aynı zamanda bir sürdürülebilirlik projesi. Çünkü Gardens by the Bay bir eko sistem çerçevesinde işliyor. Yağmur suyunu depoluyor ve sulamada kullanıyorlar. Unutmayın 1.000.000 m2’den ve bir o kadar da dikey bahçelerden bahsediyoruz. Güneş ışığını depolayıp aydınlatmada kullanıyorlar. Bunun miktarını görmek için gece vakti orada bulunmanız gerekir. Toprağı kullanıyorlar ve büyük bir kısmını kendileri üretiyor. Çünkü bütün bitkisel atıklar kendi ürettikleri enerji ile yakılıyor ve toprağa dönüştürülüyor; bu da bitmek bilmeyen bahçelerindeki toprak ihtiyacına gidiyor. Müthiş akıllı havalandırma sistemleri var. Tamamen doğal. Yani akla gelecek her türlü doğal dönüşümü yapıyorlar.
Zemin seviyesinde bilgilendirme panoları var. Bütün bu sistemi orada anlatıyorlar. Bir kısmı interaktif. O kadar etkileyici ki. Bir şehir nasıl betona dönüşür. o betondan nasıl tekrar yeşile dönüşür. Bir oyun gibi dev ekranlarda kendiniz yapıyorsunuz. Keşke rant peşinde koşanların da bir anda içine böyle ulvi, iyilikler dolu ilhamlar gelse. Ne saf bir düşünce ama umutsuz da değil. Sonunda 10-15 sene sonra yönetimde sözü geçecek dünyaya açık olan pırıl pırıl çocuklarımız var.
Doğayı boşver şimdi lüks tüketime bakalım diyenler için o da var. Seralar, bahçeler ve otel arasında İstinye Park’ın 5 misli bir AVM yer alıyor. Görüp görebileceğiniz en şık markalar burada. Nefis lokantalar da var. Bir Singapur Doları 0.62 Euro. Ona göre hesabınızı yapın. Alışverişle bitmiyor ki dünyanın en büyük kumarhanelerinden biri yine burada. Bir Cuma akşamı yanından geçtik. Dolup taşıyordu. Her akşam 18.30 ve 21.30’da olmak üzere AVM’nin önünde müthiş bir ışık gösterisi oluyor. Bu tesislerin önü su ve bir makine ile püskürtülen su buharına harika bir müzik eşliğinde görüntüler yansıtıyorlar. Gerçekten görülmeye değer. Hele de arkada ışıl ışıl Singapur’un gece görüntüsü ile. Sanırım Singapur gece olduğunda ışıl ışıl daha güzel.
Uzun lafın kısası mutlaka Singapur’a gidin ve bu güzellikleri kendi gözlerinizle görün. Bence 5 gün yeter. Ufak bir yer. Daha yazacak bir sürü yer var Singapur’da. Mesela Raffles Otel. Muhteşem bir yer. Orada mutlaka bir öğleden sonra çay için, oteli gezin.
Ama hepsinin içinde beni en çok etkileyen Gardens by the Bay oldu. Ve tabii muhteşem mimari ve binaların yeşil bir örtü ile giydirilmesi…
Marina Bay Sands oteli inşa edilirken bir belgesel çekilmiş. TRT de bunu yayınlamış. Mimari ve mihendisliğe ilgi duyanlar bunu da mutlaka seyretsin. Seyretmek için buraya tıklayın.
ESRA KOYUNCU